Mine Yıldırım: "Hayvanseverlik, bu şehrin kültürel miraslarından"

Mine Yıldırım: "Hayvanseverlik, bu şehrin kültürel miraslarından"

Oluşturulma Tarihi 3 Aralık 2020

Vizyon 2050 uzmanlarından Mine Yıldırım, İstanbul'un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST'in dördüncü sayısında kenti köpeksizleştirme projelerini değerlendiriyor. İstanbul’un köpeksizleştirilmesi üzerine tez hazırlayan ve şehirdeki köpeklerin envanterini tutan Dört Ayaklı Şehir inisiyatifinin koordinatörü olan Mine Yıldırım, İstanbul’da köpeklerin siyasete alet edilmesine karşı yıllarca şehir ve ilçe belediyeleriyle mücadele etmiş, yasal süreçlerde taraf olmuş biri. Şimdi, son İBB yönetimi tarafından kurulan İstanbul Planlama Ajansı altında faaliyet gösteren Vizyon 2050 Ofisi’nde iklim krizi, ekoloji ve çevre politikaları uzmanı olarak felaketsiz bir şehir için çözümler üretiyor: “2050 vizyonumuzda şehirde elbette hayvanlar var. Pandemi de gösterdi: Hayvansız şehir olmaz, olamaz” diyor."

Röportaj: Aysın Önen 

Kapsamlı ve uzun yıllara yayılmış bir saha araştırmanız ve bu bağlamda sık sık kullandığınız “İstanbul’un köpeksizleştirilmesi” ifadeniz var. Nedir size bu tespiti yaptıran?
Doktora tezimi, The New School’un Siyaset Bilimi bölümünde İstanbul’un köpeklerinin tarihi üzerine yazıyorum. 1910 Hayırsızada Vakası olarak bilinen 80 bin köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip öldürülmesi hadisesinden başlayarak günümüze kadar olan süreçte İstanbul’da köpek nüfusunun nasıl idare edildiği, kurulan ilk belediyeden bugünkü İBB’ye kadar köpeklerin hayatlarını etkileyen, hareketlerini şekillendiren uygulamaların tarihi üzerine çalışıyorum. Saha araştırmamda ise Haziran 2014 ile 2019 tarihleri arasında İstanbul’da şehir merkezlerinden ve kamusal alanlardan toplatılan köpeklerin akıbeti üzerine yoğunlaştım. Kurduğumuz Dört Ayaklı Şehir kolektifi, 2013 Gezi Direnişi döneminde bir çeşit köpek toplanması ihbar hattı işlevi üstlendiğinden, her şey daha da görünürlük kazanmaya başlamıştı.

Ne yapılıyordu toplanan köpekler?
Beş yıl boyunca belediyelerin topladığı bu hayvanlar nereye gidiyor takip ettim. Büyük bir kısmının 2015 ve 2016 yıllarında şehrin çeperleri Sarıyer Kısırkaya ve Pendik Tepeören’de kurulan Büyükşehir Belediyesi’ne ait iki devasa hayvan barınağına kapatıldığını tespit ettim. Barınaklara kapatılan hayvanlar toplatılanların yalnızca bir kısmıydı. Toplatılıp mahallesine geri getirilmeyenlerin diğer bir kısmı, şehrin çeperlerindeki ormanlık alanlara atılıyordu. 2013’ten beri devam eden mega projelerle devasa hafriyat sahalarına dönüşmüş olan Kuzey Ormanları’na terk ediliyorlardı.

Yasalara uygun muydu uygulamalar?
5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu 6. maddesinin yerel yönetime verdiği yetki ve sorumluluk hayvanları kısırlaştırıp yaşadığı alana geri göndermektir. Yasa hükmüne rağmen giden köpekler yaşam alanlarına geri döndürülmedi. Basitçe bir yer değiştirmeden dahi söz edemiyoruz. Mevzuata aykırı yapılan toplamalarda hayvanların derdest edildiğini, çoğunun boynunun, bacaklarının kırıldığını, damarının yırtıldığını biliyoruz. Ayrıca, bir buçuk yıl öncesine kadar kayıtları tutulmadığından, barınağa alınan köpeklerin akıbeti toptan belirsiz.

"Yaşam alanı” ismiyle lanse edilen bu barınaklar köpek yaşamı için uygun yerler mi?
Zamanın İBB Başkanı Kadir Topbaş, 6 Mayıs 2013 tarihinde televizyonda bir programa katılıp Kısırkaya ve Tepeören’de barınaklar yapacaklarının müjdesini verirken, İstanbul’un kadim sokak köpeği probleminin “kökünden çözüleceğini” söylemişti. Yani İstanbul’un artık sokaklarında köpekleri olmayacak, köpekler -bir tür aklama ifadesiyle- “yaşam alanlarına” koyulacak dedi. Öyle de oldu. Tek farkla; bu alanlar tabii ki yaşam alanları falan değildi. Olması zaten mümkün değil. İstanbul yüzyıllardır köpekli bir şehir. Bu hayvanlar şehir kültürüne, sokak kültürüne, kamusal alanlardaki yaşama ve kamusal alanları insanlarla paylaşmaya alışık hayvanlar. İnsandan uzakta yaşayabilen hayvanlar değiller. Orman köpeği diye bir şey yok, köpek şehirli bir hayvandır. Aslında kültürel mirasının en önemli parçalarından bir tanesi: Yalnızca cami, kilise, anıt, heykel değil, aynı zamanda toplumun gündelik kültürünün en önemli parçalarından bir tanesi kediler, köpekler, kuşlar... İstanbul’da, Türkiye’de toplumun kültüründe bu böyle. 2015 yılında iki dev barınak açıldığında, bir yıl içinde bütün Kuzey Ormanları bölgesine 20 binden fazla köpek atıldığını tespit ettik. Ormana atılanlar en fazla bir yıl yaşayabiliyordu.

Köpeklerin toplatılması dolaylı bir cinayet mi?
Şehirde gün ortasında 20 bin hayvanı öldüremezsiniz, infial olur. Ama gözden uzakta işinizi halledebilirsiniz. Bir mahalleden toplanan köpeklerin Kısırkaya’ya götürülmesi için bazen yüz kilometreden fazla yol aşılması gerekiyor. Bu devasa bir bütçe demek. Bu durumda şu soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Neden? Bir belediye neden köpek öldürmek için bunca yatırım yapar?

Cevabınız var mı?
Kamusal alanların hayvansızlaştırılmasının, özel olarak köpeksizleştirmenin, hayvan sevmemek ya da inanç üzerinden gelişen dinsel bir itkiden ibaret olduğunu düşünmüyorum. En çok üzerinde durduğum cevabım, hayvanların atıldıkları kent çeperleriyle alakalı. Bu hayvanların Türkiye’de siyasi rejime rıza üretmeye alet edildiğini düşünüyorum. Bir insan topluluğunda baskıya, şiddete, zulme rıza yaratmanın tek yolu baskıyı doğrudan uygulamak değil. İnsan topluluğunun yaşam hakkına, kent hakkına, doğaya, hayvana olan sevgisini, ama hepsinin temelinde yatan bir tür adalet hissini bozmak istiyorsanız, insana şiddeti seyrettirirsiniz. İstanbul’un en yoksul kesimlerinden ve şantiyelerde yaşayan, iş cinayetlerinden ölen işçilerden bahsediyoruz. Yıllar boyunca köpeklerin acılarına ve ölümlerine tanık edildiler.

Sokakta köpek olmaz” diyenlere rastlıyoruz. Köpek nerede olur?
İstanbul’da köpekle, hayvanla ilişki hem tarihsel hem kültürel olarak evde değil sokakta karşılaşmak şeklinde gelişmiş. İlişkisel, tarihsel ve kültürel olan, hayvanlara sokakta bakmak, sokaktaki hayvanlara ihtimam göstermek. Örneğin ben evimde kedi köpekle büyümedim ama sokaktaki hayvana yemek ve su verilen bir evde büyüdüm. Hayvanlara evde bakım modern çağda, şehirdeki sınıfsal farklılaşmanın, adlı adınca orta sınıfın gelişmesi ve genişlemesiyle güçlenmiş bir pratik. Ancak İstanbul, seveniyle sevmeyeniyle, hayvanların varlığının sınıfsal ayrışmaları karmaşıklaştırdığı bir şehir. Bugün İstanbul’da sokak hayvanlarının hayatı Cihangir’de, Nişantaşı’nda ve Moda’da daha kolay ve rahat olabilir. Ancak bu her zaman böyle değildi. Aksine, İstanbul’da yakın bir zamana dek, sokak hayvanları bakımı daha çok altsınıflarla, yoksullarla, evsizlerle, şehrin köhne sokaklarıyla, altyapı hizmetlerinin çok da gelişmemiş olduğu mahalleleriyle özdeşleşmiş bir kültür ve gelenekti. Bu hayvanların haklarını korumak da bir adalet meselesi. Şiddete karşı hayvanların haklarını korumak, aslında adaleti en zayıf olanı kapsayacak şekilde savunmak demektir

Köpeksizleştirme girişiminde “başarılı” oldu mu önceki yönetimler?
Evet, ne yazık ki İstanbul’daki sokak köpeği sayısı yıllar içinde azaldı. Şehrin büyük meydanlarında artık daha az köpek var. Yine de, bazı dönemlerde yükselen bu köpeksizleştirme siyasetine rağmen, bu ülkede hayvana yönelik koruma duygusu, merhamet, diğerkâmlık hâlâ kuvvetli ve yaygın. Hayvan hakları meselesi kentsel politika, bir arada yaşama ve adalet meselesi. Sokak hayvanları hepimizin komşusu. Bu hayvanların yaşamını savunmak demek, komşuluğu ve arkadaşlığı, güçsüz olanı, kendi hakkını savunmayacak durumda olanı savunmak ve korumak demek.

Sokak köpekleri basında yansıtıldığı gibi insan yer mi?
Hayır. Medyanın bütün köpürtmesine rağmen sokak köpekleri saldırgan değil. Ben kendi araştırmam dahilinde 7 bin 400 köpeğin kaydını tuttum. Geçtiğimiz 7 sene boyunca bütün ziyaretlerim boyunca bir tanesi bile bana saldırmadı. Bu hayvanlar yaşadıkları şeylere, travmatize olmalarına rağmen saldırgan değiller. Sadece insan görünce koşuyorlar çünkü açlar. Hayvansızlaştırma siyaseti güdenler, özellikle ana akım medyadaki bunca asılsız habere rağmen, İstanbul’da pek çok konuda olduğu gibi bu alanda da çatışma çıkarmayı başaramadılar.

Bizim “sokak hayvanı” dediğimiz şey nedir aslında? Sokakta hayvanla karşılaşmak istemeyenler tarafından “Dünyanın başka hiçbir yerinde sokakta hayvan göremezsin” argümanı öne sürülür sık sık.
İstanbul’da, Türkiye’de sokak hayvanları son derece özgün bir kategoridir. Batı’da, özellikle merkez Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da da sokakta kedi, köpek vardı. Neden şimdi yok? 18. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortalarına kadar sistematik operasyonlarla Batı, sokak hayvanları varlığını yok etti. 1920’lere kadar belediye eliyle zehirlemeler, hayvanlar için kurulan gaz odaları, elektrikli öldürmeler... Bütün bunları arşivlerde gördüm. “Sokak hayvanı”, “sahipsiz hayvan” sonradan konulan isimler. Onlar, sadece hayvan. Sokağın varlığına dayanarak, yani hiç kimsenin sahipliğinde olmadan ve herkesin sahip olduğu kamusal alanın bir parçası olarak yaşarlar.

Siz iklim krizi, ekoloji ve çevre politikaları uzmanısınız. Hayvanlar üzerine yaptığınız saptamaları aynı zamanda çevre uzmanı bir bilim insanı şapkasıyla yapıyorsunuz.
Evet. İstanbul’u 2050 yılına hazırlamak için orta ve uzun vadeli bütünleşik stratejik planlar geliştirmek amacıyla 2020’de İBB tarafından kurulan İstanbul Planlama Ajansı altında Vizyon 2050 ofisinde çalışıyorum. İstanbul’u geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz. Büşra Allı arkadaşımla birlikte iklim krizine karşı korumacı onarıcı ve önleyici çevre politikaları üretiyoruz. İstanbul’un hem yaban hem sokak hayvanları da, Vizyon 2050 çalışmamızın, hem iklim krizine karşı uyum, kentsel dayanıklılık, hem de biyokültürel perspektifiyle geliştirdiğimiz hedeflerin vazgeçilmez birer unsuru.

Dört Ayaklı Şehir kolektifi olarak, belediyelerin topladığı köpekleri takip ederken haliyle hep İBB’yle mücadele halindeydiniz, buna rağmen şu anda İBB’nin içindesiniz. Bu bize şehrin şu anki yönetimiyle ilgili iyi bir şey anlatmalı, umut vermeli mi?
Bence vermeli. Koordinatörü olduğum Dört Ayaklı Şehir, Türkiye’de hayvan hakları mücadelesinin aktif bir öznesi olan bir şehir inisiyatifi. Kuzey Ormanları Savunması, İstanbul Kent Savunması, Sarıyer Kent Dayanışması kardeş kuruluşlarının destekleriyle İBB’nin İstanbul’u köpeksizleştirme politikasına karşı yoğun olarak mücadele etmiş, siyasi kampanya yürütmüş oluşumlardan biri. Ben bu oluşumlar içinde bir birey, bir kadın araştırmacı olarak şimdi İBB’yle hayvanlar için çalışıyorum.

İBB, Kıraç ve Koç aileleriyle birlikte her semtin hayvanlarına sahip çıkmasını öngören SemtPati uygulamasını başlattı. Sizin projelerinizden biri mi?
SemtPati, devasa hayvan barınakları yerine, yerel hayvan koruma pratiklerinin ve hayvanların kent içinde korunmasını geliştiren bir uygulama. Protokolün imzalandığı gün Ekrem İmamoğlu da büyük barınak devrinin sona erdiğini, İstanbul’da sokak hayvanlarının yaşam haklarının ve alanlarının savunması için İBB’nin olumlu rol oynayacağının müjdesini verdi.

İstanbul’un 2050 vizyonunda sokaklarda hayvanlarımız var mı?
Elbette. Amacımız, hedefimiz hayvanlı bir şehir kalmak. Pandemi gösterdi ki, çeşitliliğin azaldığı, hayvan ekosisteminin korunmadığı yerde yaşam şansı yok. Hızla tüm krizlere karşı dayanıklı hale gelip geri dönüşümü, atık politikasını, su politikasını değiştiren, kendi kaynaklarıyla kendine yetebilen bir şehir olunmadığı sürece, İstanbul’un başı çok büyük dertte.

Kaynak: İst dergi